Komplo teorilerini veya yeni buluşları tarafsız olarak ele alıp değerlendiren bir program olarak da ünlenen Cevizkabuğu programında bilim adamları, savunma hakkı verilmeden ağır ve kinayeli eleştirilere maruz kalmıştır. İndonezya Depreminden sonra gerçekleştirilen bir programda yapılan bu tek taraflı eleştirilere en azından bu ortamda bir yanıt olsun istedim.
Sayın Cevizoğlu’nun, bilim çevrelerini ve dolayısı ile beni ilgilendiren söylemlerini şöyle sıralayabiliriz:
1.”Ateş toplarının ne olup olmadığı konusunda hiç bir bilim adamından akla yatkın bir açıklama alamadım. Ya da onlar açıkladılar da bizim küçük beyinlerimiz bunu anlayamadı!” gibilerden acımasız bir taşlama yaptılar.
2. Dokuz Büyüklüğünde depremin 4-5 şiddetinde duyulduğunu söyleyerek “Bu nasıl Deprem? Bunda bir yanlışlık var. Bu bildiğimiz depremlerden olamaz!” dediler.
3. “Depremden önce gökyüzünde kayan çok parlak bir cismin gözlendiğini, bu cismin ufukta patlayıp dağıldığını, fakat hiç bir parça bulunmadığını” söylediler.
4. Deniz Çekilmelerini de Kompo Teorilerine dahil ettiler.
Ben hiç değilse bu herkese açık medyatik ortamda, bilim adamlarına atılan “(biz yerbilimciler hangi taşın sert hangi taşın yumuşak olduğunu biliriz)” sert taşı, durumdan vazife çıkararak “kendi üzerime alıp” yanıtlayayım, hatta yanıtlamaktan öte kendimizi savunayım dedim.
PROBLEM.1.
Sn.CEVİZOĞLU: “Ateş toplarının ne olup olmadığı konusunda hiç bir bilim adamından akla yatkın bir açıklama alamadım. Ya da onlar açıkladılar da bizim küçük beyinlerimiz bunu anlayamadı!” (Estağfirullah!)
YANIT.1-a.
Çakar Çakmaz Çakan Çakmak’lar, Çarklı ve Manyetolu diye tanımlanan iki farklı türde çalışırlar. (Nerde o eski Zippo’lar Mirim?) Manyetolu denilen çakmakların içerisinde Manyeto yoktur. Bunu, ilk ithal eden tüccar, kafasına göre “bu çakmakta pil yok, fakat elektrik var. Öyleyse manyetoludur” diyerek isimlendirip piyasaya sürünce bu, yanlışlık maalesef halka mal oldu. Bunlar Piezoelektrik (yani Basınçla Elektriklenme) çakmaklardır. Çakmağın yayına bastığınız zaman minik bir çekicin yayı gerilir, gerilir, sonunda tırnaktan kurtulup karşısındaki kuvars kristalinin tepesine tak diye vurur. Bu darbeyi alan kristal, anında 15 000 ilâ 20.000 Volt’luk (gerilimli) fakat minicik Colulomb’luk (Yüklü) bir doğru akım üretir. Bu akımın gerilimi, 0.5 cm mesafeden çakmağın yanma odacığındaki havayı iyonize eder. İyonize olmuş hava molekülleri iletkenleşir. Ve negatif elektroddan Pozitif elektrod olarak düzenlenmiş gaz çıkış borusuna bir şerare – kıvılcım (minicik bir şimşek) atlaması oluşur. Bu arada parmağınızla basmaya devam ettiğiniz için, gaz da çıkmaya devam eder ve şerare, çıkan gazı tutuşturur; ve bu işlem sürgit devam eder. Ömür biter, elektron bitmez. En yüksek piezoelektrik özellik kuvars, tridimit, kristobalit, stişovit (SiO2) kristalinde görülür.
SONUÇ.1.:
İşte bu SiO2 kristallerinden milyarlarca tonu, SERBEST KRISTAL olarak yer kabuğu içerisindeki Granit, Diyorit, Granodiyorit ve Kuvarslı Diyorit olarak adlandırılan derin magmatik taşlarda, bu taşların porfir, porfirit veya mikro granit, mikro diyorit… denilen orta derinlikli damar taşlarında ve bu taşların volkanik (riyolit , liparit, andezit, trakiandezit, latit…gibi) yüzey taşlarında bol miktarlarda bulunur. Gerilim altında kalan deprem odaklarının yakınlarında var olan bu taşların içerisindeki kuvars türü kristallerinin tümü, eğilip bükülünce, statik yük birikimi salımı (emisyonu) yapmaya başlarlar. STATİK YÜK BİRİKİMİ ELEKTRONLARDAN OLUŞUR. Bazan bu statik yük birikimi, kuru, yalıtkan ve jiletten ince bir çatlaktan yer yüzüne kaçak yapar. Bu konu bu Bölümde (Bölüm-41’de) başka bir bakış açısı altında tekrarlanacaktır. Havaya aniden fışkıran bu elektron yumağı birikimi, bazan betona çarpan su misali, küçük parçalar sıçratır. Bunların çoğu hemen topraklanıp gözden kaybolur. Bazıları da nadiren kendisine ters yüklü bir kabuk oluşturur. Buna “cation restrictive zone” adı verilir. Aslında en iri yarısı bir basketbol topu kadar hacım gösteren ateş toplarının içerisindeki elektronların toplam çapı neredeyse sıfırdır. Bu ters yüklü bariyer sayesinde aralarına yeterince mesafe bırakarak bir arada durabilirler. Bu birliktelik ise topraklanıp dağıtılıncaya kadar sürer. Bu bariyer sayesinde bu ateş topu evlerin içerisinde, sokaklarda ve havada tıpkı bir tilt oyunu topu gibi, oraya buraya çarparak dolanmaya başlar. Bu hoppidi hoppidi oyun, ta ki onu iletken ve ıslak bir yeryüzü kısımı, örneğin bir demir elektrik direği, ya da bir su borusu tesisatı kabul edip topraklama yapıncaya kadar sürer. Bu ateş topunu gören insanlar bence mutlu olmalıdırlar. Çünkü onlar herkesin, istese de göremeyeceği bir şeyi, yani elektriği görmüşlerdir.
YANIT.1-b.
Şimdi nedir bu ateş topunun yanıtına gelelim. Ateş Topu Yerkabuğundaki milyarlarca ton kuvars türü kristallerin, deprem gerilmeleri sırasında çevreye saldıkları küresel biçimde toplanmış elektron topluluğudur. Bildiğimiz fakat göremediğimiz Doğru Elektrik Akımı da elektronların akmasından başka bir şey değildir. Alternatif Akım ise elektronların bir iletken içerisinde belirli bir frekansla yön değiştirerek bir ileri bir geri akmasıyla oluşur. Bir yerde birikerek akmayan elektron topluluğuna ise Statik Yük adı verilir.
YANIT.1-c.
Biraz daha açalım isterseniz. Elektron nedir sorusunun yanıtını aramaya çalışalım:
Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Askeri birlikleri teftişinde hep mehmetçiklere sorular sorarmış. Bir gün de bir mehmetçiğe,
-Elektrik nedir? Diye sormuş. Mehmetçik bir adım ileri çıkıp esas duruşunu gösterip selamını çaktıktan sonra,
-Gendüsü bilinmeyen, ettuğundan belli olandır paşam!
Diye bağırmış. Bu yanıt üzerine ATATÜRK, “İşte (!)… Türk’ün kıvrak zekası bilinmeyeni bile tanımlar” diye memnuniyetini belirtmiş.
YANIT.1-d.
E biz bilim adamları, izninizle (esas duruş pozisyonunu pek beceremezsek de) mehmetçikten bir adım daha ileri çıkıp elektronu tanıtalım istedim:
Bildiğiniz gibi herhangi bir atom, bir çekirdek ve onun etrafında kudurmuş gibi dönen elektronların oluşturduğu bir veya birkaç yük bulutundan yani orbitalden oluşur. Elektronun, bu bulutun içerisinde ne zaman nerede olduğu ölçülemez veya tam olarak hesaplanamaz. Yaklaşık olarak oda sıcaklığında ve normal basınç altında elektronlar bu orbitallerde saniyede on trilyon kez dönerler. Bir elektronu o yörüngeden alırsanız, o zaman bir yükü ve şüpheli de olsa bir kütlesi olduğunu görürsünüz. Çekirdeğin içerisinde protonlar, nötronlar, taonlar, hiperonlar, mesonlar, haberci bozonlar olarak glüonlar, gravitonlar … gibi ATOM ALTI PARCACIKLAR bulunur. Bu parçacıkların bazılarının içerisinde de değişken renkli kuarklar yer alır. Onların içerisinde de belki de bizim bilmediğimiz kuantlar yer alır. Elektrona gelince; “Nükleer fizikçiler elektron için NOTING INSIDE derler” yani içince hiç bir şey yoktur. TANRISAL ENERJIDEN BAŞKA. Elektron için; Yük var, Kütle var, Dönme var, Çap Yok derler.
YANIT.1-e.
Bu ateş topları yeni bir olay olmayıp özellikle İstanbullu, İzmitli, Adapazarlı, Bolulu… yaşlıların çok iyi bildikleri bir olgudur. Bu yaşlılardan biri de, bu satırların yazılmasından biraz önce ziyatere gelen eski gazeteci sevgili Önder Manoğlu’nun annesidir. Bu hanımefendi, Adapazarında geçen çocukluğundan beri ateş toplarını bilmektedir. Eğer çıplak ayaklı bir kimseye çarparsa yanık gibi yaralamalardan söz edilebilir. Değilse bir evin içerisinde çıgın gibi dolaşan bir ateş topunun bile kimseyi yaralamadan evi terkettiği çok görülmüştür dermiş…
PROBLEM.2.
Sn.CEVİZOĞLU: “Dokuz Büyüklüğünde bir depremi Indonezyada hissetmeyenler ve tatilini kesmeyenler bile var. Bu nasıl dokuzluk deprem. Bu bizim bildiğimiz depremlerden değil” diyor. Evet doğru. Bizim bildiğimiz depremlerden değil. Yalnız, “Horasanda halı dokunur. Enine mi? Boyuna mı?” Böyle ahaliyi yanlış bilgilendirecek bir kesin yargıya varmadan önce onu da bilmek gerekir.
YANIT.2-a.
Dalma batma depremlerinde bir faylanma söz konusu değildir.
YANIT.2-b.
Yırtılma yerine , okyanus tabanındaki 7-10 km derinlikli bir hendeğin en derin yerinden, ada yayının karşısındaki okyanus tabanının bükülüp üst manto içerisine hem dalması hem de daha yoğun olduğu için batması söz konusudur.
YANIT.2-c.
Bu işlem (yani sığ Benioff-Wadati Zonu Depremi) sırasında hendeğin tabanında sadece bir sürtünme oluşur.
YANIT.2-d.
Dalan levha harekete geçtiğinde karınca hızı ile ilerlemeye başlar.
YANIT.2-e.
Yaklaşık olarak dalma hızı dakikada 1 metre mertebesindedir. Bu yavaşlığın nedeni ise trilyonlarca ton malzemenin, öyle ha deyince yer değiştirmesine engel olan muazzam bir atalet momentinin varlığıdır. Yırtılma olmadan , faylanma olmadan harekete geçen muazzam kabuk parçası sürtünme düzleminde ergir. Bu yüzden beklenilenden çok daha az sarsıntıya neden olur. Aynı olgu karasal depremler için de az-çok geçerlidir. Zira doğal olaylar orada öyle burada böyle olamazlar.
YANIT.2-f.
Aceh depreminde, çok uzak yüzey kayıtlarından ölçüldüğünde, deprem yaklaşık dokuz dakika sürmüştür. Öyleyse dalma miktarı da dokuz metre kadardır. İnsanlar bunun ancak ilk bir-iki dakikasını duymuşlardır. Zira bir –iki dakika sonra sürtünme yüzeyi tamamen ergiyerek kayma dalgalarının şiddetini duyumsanmayacak derecede azaltır. Hesaplanan büyüklük ise kaç ton kaya kütlesine, kaç saniyede, kaç metre yol aldıran enerji miktarının hesaplanmasından oluşur. Artık herkesin bildiği gibi magnitüd, odakta harcanan enerjinin logaritmik ölçütüdür.
YANIT.2-g.
Bu depremler DERİNLEŞTİKÇE, kayma (S) dalgasından yoksun, dispersiyonsuz (saçılımsız) ses (P) dalgaları üretirler. Bu da şiddetin az duyumsanmasına yol açan etkenlerden biridir.
YANIT.2-h.
Yamulma gerilimi ise sadece üzerleyen levhanın büküldüğü yerde birikir. Bu üzerleyen ada yayı tarafındaki levha serbest kalınca, dipten yukarı doğru bir hamle yapar. Asıl deprem dalgaları ve Tsunami de bu dipten yapılan darbe sonucunda oluşur. Bu darbe de, zaten az katlı ahşap yapılardan oluşan üst merkezde (yer yüzünde), yanal deplasmanlardan yoksun olduğu için fazlaca yıkıma neden olamaz. Depremden dolayı oluşan yıkım özellikle Aceh’te düşey ivmelerin g’yi geçtiği çok dar alanlarda oluşmuştur.
YANIT.2-i.
İndonezya ada yayının uzunluğu yaklaşık olarak (Andaman ve Nikobar hariç) 5000 km kadardır. Örneğin deprem üst merkezi olarak Acehi alısanız, Bali adasındaki tatilciler 3000 km uzaklıkta, Timordaki tatilciler ise 4000 km uzaklıkta bulunuyorlardı. Yani en az İstanbul – Tahran uzaklığı gibi. Zaten S dalgasından (yatay deplasmanlardan) yoksun olan bu depremi nasıl duyabilirlerdi?
SONUÇ-2. :
Doğaldır ki bu deprem bizim bildiğimiz depremlerden değil. Yırtılma yok(!) Asıl odaktan salınan enerjiyi açığa çıkaran dalma bölgesindeki kabuk, karınca hızı ile yürüyor (!) Asıl yıkıcı S dalgaları yok (!) Dispersiyon (Saçılım) yokluğundan dolayı sadece dışmerkez civarını dipten vuruyor (!) Ama bütün bunlara karşılık açığa çıkarılan mekanik enerji (10 üzeri 28.2 erg) falan gibi inanılmaz büyüklüklere ulaşabiliyor. Bu enerji, oluşturduğu sarsıntıdan değil, bu kadar milyar ton kabuğun, 9 dakikada 9 metre yol alması için kullanılan enerjiden hesaplanıyor. Bunu Kiloton’a dönüştürmek için 4.2 x 10 üzeri 19’ a bölersek (2.38 x 10 üzeri 8.2) Kiloton eder. Bunu da 20 kiloton olan Hiroşima atom bombasının gücüne bölersek, 18.860.229 adet, yaklaşık ondokuz milyon adet Hiroşimalık atom bombası demektir. Veya 3772 adet 100’er Megatonluk Bikini + Eniwetok Termonükleer Hidrojen Bombası eder.
Ama bu enerjinin çok küçük bir bölümü mekanik darbeye, diğer büyük bölümü ise malzemenin ısıtılmasına harcanıyor. O yüzden bildiğimiz depremlerden değil.
PROBLEM.3.
Sn.CEVİZOĞLU: “Depremden önce gökyüzünde kayan çok parlak bir cismin gözlendiğini, bu cismin ufukta patlayıp dağıldığını, fakat hiç bir parça bulunmadığını” söylediler.
Önce ; Kuyruklu yıldız, Kirli kartopu, Taş Meteorit, Demir Meteorit, Asteroid gibi Güneş – Gezegenler Sistemi üyesi olan küçük boyutlu uzay cisimlerinin ayırdına varalım.
YANIT.3-a.
Kuyruklu yıldız ve Kirli kartopları: En dış yörüngesi Güneşten üç trilyon km ötede Plütondan da çok çok ötede (Oort Bulutunda) olan , merkezinde kaya, maden, mineral, gezegenler arası gaz, toz, daş, ney… bulunan, “Su Buzu” kütlelerine Kuyruklu yıldız denilir. Bunların hızları Kuiper Kuşağında 120.000 km/saat mertebesine kadar çıkabilir. Bu hızla Güneşin yakınlarına kadar gelip üç trilyon km uzaktaki “Oort Bulutu”na geri dönmeleri 30 -40 yıl, tekrar Güneşe geri dönmeleri ise 60-80 yıl alabilir. Büyük boyutlu olanlarının buz içeriği, Güneşe yaklaştıkça buharlaşır ve bazan bir kaç milyon km çapında bir buhar küresi ile birlikte seyahat ederler. Bunların tam olarak, “bildiğimiz” kartopu büyüklüğünde olanları bile vardır. Bunlara kirli kartopu adı verilir. Bu kirli kartopları atmosferin üst katmanlarına dalınca birden mısır patlağı gibi patlayıp, minik beyaz buhar kütleleri oluştururlar. Bu buhar kütleleri zamanla troposfere kadar süzülürler. Bu yüzden Yerkürenin her yıl yaklaşık 1 milyon ton extra terrestrial (ET) su, gaz, toz, moloz, metal, ametal, virüs(!), ney(?)… kazandığı hesaplanmıştır. Bu suyun okyanus oluşumuna oldukça hatırı sayılır katkıları vardır.
YANIT.3-b.
Bunlardan büyük boyutluları hızla atmosfere girip bir miktar buharlaşsalar da, bazan yeryüzüne çarpacak kadar dağılmadan ilerleyebilirler. Örnek: 1908 Sibirya Tunguska’ya düşen Büyük Kirli Kartopu.
YANIT.3-c.
Yeryüzüne ulaşamayacak boyutta olanları, daha havada iken şok ısınma ile patlayıp dağıldıkları için, yeryüzüne düşen herhangi bir parça ele geçmemiş olabilir. Hatta bazan çok hızlı olanlarının içindeki minik taş parçaları, atmosferik sürtünme sonucunda akkor damlası halinde toprağa veya ağaç gövdelerine saplanıp orada katılaşabilirler. Ya da havadayken yeterince yavaşlarlarsa orada katılaşabilirler. O zaman da bu remelting (İkinci kez ergiyip katılaşma) ürünü minik boncuklar, camsı bir yapı kazanırlar. Bunların garip dönel geometrik şekilleri vardır. Genellikle ne idüğü belirsiz Tektit diye tanımlanmışlardır. Fakat bana göre işte Tektit’ler böyle oluşur.
YANIT.3-d.
Taş Meteoritler, Carbonaseous, Chondrites ve Achondrites diye üç alt sınıfa ayrılırlar. Bunların genellikle içeriğinde bildiğimiz ve bizim gezegenimizde yer alan enstatit , bronzit, hipersten, ojit , piroksen , olivin… gibi minerallerden oluştuğu gözlenir. Bazan yerkürede pek rastlanmayan, İzmirdeki Perlit gibi Chondruler (incimsi) yapıya sahip olabilirler. Yine bazan içlerinde Schreibersite, Rhabdite, Daubreelite, Lonsdaleite (Hexagonal Elmas), Cohenite, Cliftonitic Graphite (Kübik Grafit) gibi yeryüzünde rastlanılmayan mineraller olabilir. Bunların orijini olasılıkla bundan 3.6 milyar yıl önce patlayan beşinci gezegendir. Bunların yumruktan büyük olanları “atmosferik ablasyon” denilen ergitilerek aşındırmaya dayanabildikleri için yeryüzüne ulaşabilirler. Daha ziyade Hidalgo, Apollo gibi isimler verilen ve gezegenler sisteminin içerisinde Güneşe yakın yörüngelerde dolaşan gök cisimleri ise eskiden geçiş yapmış kuyruklu yıldızların kuyruk kalıntılarıdır.
YANIT.3-e.
Demir Meteoritler, kimyasal yapı bakımından III-A grubu, III-B grubu… ve kristal sistemi bakımından Hekzaedritler ve Oktaedritler diye sınıflandırılırlar. Demir meteoritlerin en ünlüleri Güney Afrika’da ele geçen 200 tonluk Hoba Demir meteoriti, Grönland’da ele geçen ve iki parça olan Cape York III-A demir meteoriti (Parçalarının adları eskimoca olup Ahnighito ve Agpalilik diye bilinir. Ahnighito New York Tabiat Tarihi Müzesinde, Agpalilik ise Danimarkada Oersted enstitüsünde sergilenmektedir.) Türkiye’ye düşen demir meteoritler ise Eskişehir-Kayakent , Ağrı-Ak Yumak, Konya-Akşehir demir meteoritleridir. Demir meteoritlerin cevizden büyük olanları ablasyon aşındırmasına uğradıkları halde onun aşındırıcı etkisine dayanarak yeryüzüne ulaşabilirler. Bunların Taş – Demir karışık olanları atmosferde parçalanabilir. Saf demir meteoritler dıştan ergiseler de patlamazlar.
YANIT.3-f.
Asteroid, Çok iri boyutlu demir meteorlara verilen isimdir. Bunların genellikle rastgele şekilli oldukları, fakat bazan da dönel şekiller aldıkları görülür. Demir nikel karışımından oluşurlar. Marsın, Jüpiterin, Satürn’ün Uranüs’ün yörüngelerine yakalanmış iri asteroidler dönel şekilli olmasalar da uydu adını alırlar. Bu demir uyduların hemen hepsi retrograte dolanımlıdırlar. Yerkürenin yörüngesini kesen 1950-DA gibi ürkütücü asteroidler vardır. Bunların yerküreye düşme olasılıkları yaklaşık 250 – 300 milyon yılda bir mertebesindedir. Çarptıkları zaman da yeryüzünde çok büyük soy kırımlar oluşmuştur. Jeolojik olarak izleri bulunan, irili ufaklı olmak üzere böyle ondört adet büyük felaket yaşanmıştır.
SONUÇ-3.:
İNDONEZYA ÜZERİNDE GÖRÜLEN IŞIKLI CİSİM, GÜNDÜZ IŞIK SAÇARAK KAYDIĞI VE SONUNDA PATLADIĞI VE ELE PEK BIR ŞEY GEÇMEDIĞI İÇİN OLASILIKLA BİR OTOBÜS’ten KÜÇÜK İRİLİKTE KİRLİ KARTOPUDUR.
PROBLEM.4.
Sn.CEVİZOĞLU, Deniz Çekilmelerini de Kompo Teorilerine dahil ettiler.
YANIT.4-a.
Ülkemizde yaşanan deniz çekilmeleri olaylarını www.sismikaktivite.orgforumunda ve www.sismikhaber.org sitesinde Makaleler alt sayfasında vewww.yapiworld.com da ayrıntıları ile açıklamıştım. Tekrar o konuyu işlemeyelim. Ama şu kimsenin yanıt bulamadığı Hint Okyanusundaki Diego Garcia Amerikan Deniz Üssüne neden Tsunami vurmadığı meselesine gelelim.
YANIT.4-b.
Tsunami üç kelimeden oluşmuş bir tamlamadır. “Tsoo – Nah – Mee” diye ingilizce yazılıma göre etimolojik analizi yapılır. Bunların tam tercüme karşılıkları “Büyük – Liman – Dalgası” dır. Bu tsunamileri doğuran dalgaların açık denizdeki adı “Uzun Deniz Dalgası” dır. İşte buraya dikkat buyurunuz. Uzun deniz dalgalarının dalga boyları bazan 40.000 metre, dalga yükseklikleri 0.1 metre ile 0.5 metre ve hızları bazan 800 km/saat (yani bir modern jet yolcu uçağı hızında) olabilmektedir. Bu verdiğim değerler 4000 m ila 5000 m derinlikli bir okyanus için geçerlidir.
YANIT.4-c.
Atol adaları dik yamaçlı eski deniz tabanı volkanlarının yamaçlarında oluşmuş mercan kolonileri üzerine birikmiş aragonitik kumlardan oluşan üç-beş metre yükseklikli adalardır. Bunların deniz tarafları aniden derinleşir. Dolayısı ile uzun deniz dalgalarının aniden karşısına çıkan bu altı dik yamaçlı üstü yayvan adalara yaklaşırken liman dalgası şartları oluşmaz. Liman dalgası oluşması için dereceli olarak sığlaşan bir deniz tabanı ve kanarlardan daraltılan bir körfez gerekir. Liman dalgası şartları oluşmadan gelip geçen uzun deniz dalgaları, bir miktar yükseklik artımı da kazanmış olabilir. İşte Maldivlerde de böyle olmuştu. Tatildeki bazı futbolcularımız çok korkmuşlardı. İki üç kişiyi açıklara sürükledi ama işte o kadarla kaldı. Sri Lankayı yerle bir eden dalgalar aynı hizadaki Maldivlerde biraz korku salarak, birkaç can alarak gelip geçmişti. İşte Diyego Garcia’da da durum böyle olmuştur. Bu “nasıl olur?” sorularının nedeni kamu oyumuzun tsunamiyi çok iyi öğrenmesinden fakat buna karşılık onu üreten “uzun deniz dalgaları”nın farkında olmamasından kaynaklanmaktadır.
YANIT.4-d.
Amerika’nın üye olmayanlara tsunami alarmı vermemesi de eleştiriliyor. Her depremde yükseklere kaçmasını bilen ilkel Andaman kabilelerine Amerika mı haber verdi de onlar bu felaketi 8 kayıpla atlattılar.
YANIT.4-e.
Beni en çok üzen şey nedir bilir misiniz? Ne gerek vardı tsunami alarmına. Hindistandaki Üniversitelerde Dünya çapında ünleri olan, Talwani, Battacharya, Rao, Ram Babu… gibi daha bir çok Jeofizikçiler yetişiyor. Bunlar depremi radyodan ya da televizyondan öğrenince, neden Hindistanın Doğu sahillerindeki şehirlerin yetkililerine bir telefon ihbarı yapmadılar. Belediye oparlörleri, yerel radyo ve televizyonlar ne güne duruyordu. Hele Afrikadaki şehirlerin saatlerce daha fazla vakitleri vardı. Oralardaki bilim adamları da, belediyeler de uyudular.